Bal

Pencerenden bakarsın; kar yağar. Pencerenden bakarsın; güneş açar. Pencerenden bakarsın; karlar erir, yağmur yağar... Ve mevsim değişir. Sen de değişirsin, herkes değişir. Aslında değişmek değil, yetişmek; yetişirsin. Yetiştirir acı düşünceler seni. Koşar, koşar da dünyanın öbür ucuna yetişirsin. Kovalarlar seni, senden ne istediğini bir türlü anlayamadığın kara bulutlar. Taşıdıkları yağmuru illa kafana dökeceklerdir. İste ya da isteme.

Yanında insan olmasına gerek yok, yalnızsındır işte. Çünkü tek bir insan dahi yoktur ki ruhunu tanısın ve kendi ruhunu sana sunsun, zayıflıklarını kullanmaya çalışmasın. Eksikliklerini anlarlarsa vay haline. Yani bilseler bir türlü, bilmeseler bir türlü. Eksikliklerini fark edip seni bırakıp gidene mi kızarsın, eksikliklerin sayesinde seni kötüye kullanana mı? Peki iki satır yazamayan insana nasıl güvenirsin? Mektup yazma zorunluluğu getirilsin istiyorum. Belki o zaman birini tanımak için çok da çabalamak gerekmezdi. Ruhunu farkında olmadan sererdi önüne. Zor olmasa gerek o kadar. Aslında gayet basit.

Neden diye sorma, anlayacağım diye uğraşma; bazı sözcükler gerçekten sembolik. Biz insanlar çok semboliğiz. Biz kendimizi apaçık anlatamıyoruz. Anlatırsak olmuyor, anlatmazsak hiç anlaşılmıyor. Bazı şeylerse durup sessiz bir odada düşünmeden anlaşılmıyor. Bazen de hayat seninle saklambaç oynamak istiyor. Sonra tutuyor kolundan seni, annesinin hazırladığı ballı ekmekleri yemeye götürüyor. Masadaki bal kavanozuna parmağını daldırıyor, çıkarırken bileği kavanozun ağzına biraz sıkışıyor. Kimseciklere söylemiyorsun, kızmasınlar diye. Çünkü kötü bir niyeti yok.

Sahi; hayat senin de ağzına bir parmak bal çaldı mı hiç?

Yorumlar

Popüler Yayınlar