GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR MASUM MU?

Çoğu araştırmacılar ve çevreciler, GDO’nun ekosistemlere zarar vereceğini ve biyolojik çeşitliliğin azalacağını söyleyerek bu uygulamaya karşı çıkıyor. Ancak bazı bilim insanları bu uygulamayı, dünyadaki açlığı giderecek bir çözüm olarak görüyor.
GDO’nun dilimizdeki açılımı Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’dır. Basit anlatımıyla GDO; bir canlının genetik özelliklerinin kopyalanarak başka bir canlıya aktarılması sonucu yeni özellikte bir organizma elde etmek anlamına gelir. GDO, fazlaca eleştirilmesine rağmen çeşitli akademisyenler ve bilim insanları tarafından da desteklenir durumdadır. Habertürk’ün 03.07.2016 tarihli haberine göre Nobel ödüllü 110 bilim insanı, GDO’lu gıdaların dünyadaki beslenme yetersizliğine çare olduğunu savunuyor. Bu bilim insanları GDO’yu savunurken 1984’te Filipinler’de geliştirilen ‘altın pirinç’ ürününü örnek göstererek bu pirincin Beta Karoten A vitamini açısından oldukça zengin olduğunu belirtiyorlar.
Çevreciler ise bu uygulamanın yanlışlığından bahsederek çok sayıda çalışma yayınlıyorlar. GDO’ların çevreye salınması sonucu ortaya çıkabilecek olumsuz etkiler şöyle sıralanıyor:
  • Gen kaçışı, yabani tozlaşma, yapay gen transferi ve hibritleşme
  • Süper yabani türlerin ortaya çıkması
  • Zararlılarda dayanıklılığın artması
  • Hedef olmayan türler ile yararlı böcek türlerinin zarar görmesi
  • Biyolojik çeşitliliğe etkileri
  • Organizmanın genom yapısındaki etkileşimden doğabilecek riskler
  • GDO genlerinin toprak ve su ekosisteme geçişinin doğurabileceği riskler.
“Gıda eksikliğini gidereceği tamamen yalan!”

GDO hakkındaki olumlu söylemlerde bulunan 110 bilim insanının görüşlerini, GDO’nun gerçekten gıda yetersizliğine çözüm olabileceğinin doğruluk payını Onkoloji Doktoru Doç. Dr. Yavuz Dizdar şu sözleriyle değerlendiriyor: “Dünyada beslenme yetersizliği varsa eğer, o inanınız ki bilgi dahilinde olan bir yetersizlik. Daha önce Afrika’ya gitmiş arkadaşlarımız var; bizzat görüp yerinde incelediler. Bir tarafta kahve plantasyonları var, ondan 5 km ötede açlar kampı var. Mevcut olan toprakları lüks tüketim maddelerinin üretimine harcıyorsunuz. O ülkenin toprakları belliyken, siz orada lüks sayılan kakao üretiyorsunuz çikolata yapılsın diye. Ama orada yaşayanlar kendi karınlarını nasıl doyuracak dediğiniz zaman, o sizi ilgilendirmez hale geliyor. Dolayısıyla GDO’nun açlığı ya da insanların gıda eksikliğini gidereceği varsayımı tamamen yalan”. Dizdar, insanların ilaçlı gıdalarla hasta olmalarının daha büyük tehlikeye yol açacağından bahsederken dünyadaki gıda yetersizliğine dair elde verinin bulunmadığını söylüyor: “Ekranlardan çocukların bir deri bir kemik görüntüleri gösteriliyor. Bu görüntü, bahsettiğim kahve plantasyonlarının 5-10 km ötesindeki açlar kampından. Uydurulan ‘GDO’ya ihtiyacımız var’ kısmı bir uluslararası tekelleşmenin direktifi doğrultusunda verilmiş olan beyanattır. Eğer insanların yararına bir şey yapmak istiyorlarsa GDO’yu övmektense toprakların adaletli dağıtılması üzerine gitmeleri daha mantıklı olacaktır” diyor.
Bilim insanlarının yayınladığı bir bildiride örnek gösterdikleri ‘altın pirinç’ mevzusu hakkında ise Dizdar, önce masummuş gibi göründüğünü ancak bir pirincin içerisine başka bir gen yerleştirilmesinin mantığı olmadığını ifade ediyor. Var olan vitamin ve eksikliğinin başka gıdalarla giderilmesinin mümkün olduğunu söylüyor. Bir şeyin içine genetik olarak başka bir şey yerleştirildiğinde, bunun tüm sistemi bozduğundan bahseden Dizdar, kişide var olan eksikliğin başka kaynaklardan giderilmesi gerektiğinin altını defalarca çiziyor.
Türkiye’de GDO nasıl görülüyor, denetim ne durumda?
Tüketicilerin de GDO’ya bakışları farklılık gösterebiliyor. Özellikle medyada görülen tek taraflı haberler de bu görüşleri tetikleyebiliyor. Yapılan anket çalışmalarında görülüyor ki, 18-60 yaş arasındaki yüz kişiden %60’ının GDO’yu zararlı olarak değerlendirdiği görülüyor.

GDO kullanımı güvenli mi değil mi diye sorulduğunda 100 kişiden 60'ı güvenli olmadığını ifade etti.
GDO’nun ülkemize girişine izin verilmesi de tartışma ortamı yaratmıştı. Peki, bu uygulama Türkiye’de nasıl denetleniyor, hangi besinlerde GDO kullanılıyor? Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ifadelerine göre GDO’lu ürünlerle ilgili işlemler; 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren “Biyogüvenlik Kanunu” ve yine aynı tarihte yürürlüğe giren “Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik” hükümlerine göre yürütülüyor. Biyogüvenlik Kanunu kapsamına giren ürünler ile ilgili olarak;
  • GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi,
  • GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması,
  • Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi,
  • GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı,
  • GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ifadelerinde yer alan önemli noktalardan biri de şu ifade olarak görülebilir: “Biyogüvenlik Kurulu tarafından onaylanan GDO’lu soya çeşidi (10 adet) ve ürünleri ile mısır çeşidi (26 adet) ve ürünlerinin sadece hayvan yemlerinde kullanılmasına izin verilmektedir. Biyogüvenlik Kurulu tarafından gıdada kullanılmak üzere onay verilmiş GDO içeren  hiç bir ürün bulunmamaktadır.”
Gıdaya direkt GDO onayı verilmiyor, ancak GDO’lu yemlerle beslenen hayvanların sağlığı ve bu hayvanlar yoluyla insanların dolaylı olarak GDO’ya maruz kalmaları konusunda ne yazık ki yapılabilecek pek fazla şey bulunmuyor.
GDO savunucularının argümanlarından biri de GDO kullanımı yaygınlaşırsa tarımda kullanılan ilaçlamalara maruz kalınmayacağı. TÜİK verilerine göre Türkiye'de toplam tarım ilacı kullanımı 50bin tonu bulmuş durumda.

Tarım ilacı kullanımını azaltacağı iddiaları, bir anlamda zararlarının gözardı edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Aynı zamanda da, ekilebilir toprak alanlarının azalması ve ekosistemlerin zarar görmesi riskiyle karşı karşıya kalınacağı düşünülüyor. Uzun vadede görülen zararlarının geri dönüşü olmayacağını söyleyen Dizdar, çıkan hastalıkların kaynağının bilinmediğini ancak hastalıkların görünür ölçüde arttığını sözlerine ekliyor. Aynı zamanda, yetiştirilen soyun besleyici yönünün olup olmadığının, varsa bu özelliği nasıl kazandığının bilinemediğini ifade ediyor.

Haber: SmG

Yorumlar

Popüler Yayınlar