DOĞANIN ZEBANİLERİYİZ


Dünya var olduğu günden bugüne çeşitli felaketlere, doğa olaylarına şahit oldu; çeşitli canlı türlerine, kavimlere, yaşam alanlarına ev sahipliği yaptı. Tabiri caizse kim bilir neler gördü, geçirdi. Üzerinde barındırdığı doğa, o var olduğu sürece değişecek, gelişecek, gerileyecek, bozulacak, tekrar oluşacak. Tüm bunlar dur durak bilmeyecek, nereye kadar böyle süreceği bilinmeyecek.

Uzun vadede dünya üzerindeki doğanın katli insanlığın elinden oluyorsa, buna dur demek gerekiyor. Dünyada yaşanan yapay felaketlerin ana kaynağı olan insanlık, bugüne bugün dünya üzerinde sadece kendisi varmış gibi davranmaya devam ediyor. Bu sürerse, yaşayabileceğimiz bir doğa kalmayacak ve insanlığın sonu doğadan çok daha önce gelecek. Ancak bu bir kehanet değil. Çevremize baktığımızda bunu apaçık görebiliyoruz.

İnsanlığın dünyayı ele geçirme süreci

İnsanlık yaşamını sürdürebilmek için önce yiyecek bulma derdine düştü. Güçlü olan zayıf olanı yemeli ilkesiyle yola çıkarak kendinden daha savunmasız olan canlıları avladı. Geliştikçe daha fazla imkana sahip olan insanlık, doğada topluluklar kurmaya ve kentleşmeye başladı. Bu sırada tabii doğada da bir takım değişiklikler yaptı. Yine kendinden daha güçsüz olan canlıların alanlarını yok ederek kendi alanlarını yarattı. 

Geliştikçe daha da güçlendiğini fark eden insanlık toplu halde ihtiyaçlarına daha kolay ulaşmak için icatlar yaptı, fabrikalar kurdu, üretti. Üretim hammaddesini yine doğadan karşıladı ve doğayı yine kendi gelişimi için kullanmaya devam etti. Bu sırada tabii doğa kendini yenilemeyi hiç durdurmadı. Ancak insanlık geliştikçe ve nüfus artmaya devam ettikçe doğa bu hızla baş edememeye başladı. Doğaya aykırı bir şekilde çoğalıyorduk, yayılıyorduk, doğayı kullanıyorduk. Doğa bize yetişemedi.

Nüfusu çoğalan insanlığın çevreye verdiği zarar sadece doğadan aldıklarıyla sınırlı değil. Doğaya verdikleri de doğanın ölümüne katkı sağlamaya başladı. Zararlı gazlar, üretim ve tüketim artıkları insanlığın kendine de doğaya da zarar vermeye devam ediyor. Dünyanın etrafını sarmalayan tabaka, yeryüzündeki kara ve denizler çok hızlı bir şekilde zarar görüyor. İnsanlık bunun farkında olmasına rağmen bunu önlemek adına hiçbir şey yapmıyor. 

Eleştir, seç ve harekete geç


Yönetimler her zaman eleştirdiğimiz sistemler haline geldi. Yetkiyi elinde bulunduran kişilerin hangi konularda ne kadar duyarlı olabileceklerini kestirmek zor. Elbette ki vatandaşlık görevlerimizi nasıl ki yönetimleri seçerken kullanıyorsak doğayı koruma ve katkı konusunda da küresel vatandaşlığımızı kullanmalıyız. Bunu nasıl yapacağımızı öğrenmeli, mümkün olduğunca dikkatli yaşamalıyız. 

Yaşıyoruz ve gidiyoruz mantığıyla üzerinde bulunduğumuz yeryüzüne zarar vermeye devam edersek, herhangi bir konuda kılımızı kıpırdatmazsak insan olmamızın ne anlamı olabilir? Sürekli ye, iç, solunum yap, boşaltım yap, üre ve öl. Boş gelip boş gitmek denilen bu olsa gerek. "Ne katkımız olabilir ki?" dediğimiz herhangi bir şey için yüzlerce katkımız olabilir. 

Doğamızı katledenlere çıkaracağımız ufak bir ses, geri dönüşüm için ayrıştıracağımız iki grup çöp, azaltacağımız tüketim malları, yerde görülen bir çöpün çöp kutusuna atılıvermesi, eve verdiğimiz sipariş için kağıt ve plastik malzemeleri istememek, ağaç yetiştirmek, meyve ve sebze atıklarını geri dönüştürmek, daha az kağıt-elektrik-su harcamak, mümkünse güneş panelleri kullanmak gibi gibi aklınıza gelebilecek her türlü işe yarar uygulamayla doğaya katkıda bulunmak mümkün. Üstelik zor da değil. 

Gelmeyi tercih etmemiş olabiliriz ama insan oluşumuzun da bir anlamı olsun. Temiz bir nefes alamadıktan sonra sınırlarımızın, gücümüzün, paramızın bir anlamı yok. Hastaysak çalışıp kendimizi yıpratmanın bir anlamı yok. Toprağımızı koruyamıyorsak tükettiklerimizin bir anlamı yok. Düşünmek insan olmanın gerekliliği, haydi şimdi küçük de olsa doğaya ne gibi bir katkımız olabilir düşünelim. 

Kazdağları'nın zebanileri

Kazdağları'nda yaşanan olayları hepimiz hayretle izliyoruz. Elden ne gelir bilemeden, çaresizce. Ama bu sayede bazı şeylerin de farkına varmış olmamız gerekiyor. Dünyanın en güzel zenginliklerinden olan bu muhteşem ormanın başına gelenler, insanlığın duyarlılığını da gözler önüne seriyor. Kendi görünmez sınırları içerisinde yer almayan ormanın büyük bölümünün yok olmasında bir beis görmeyen insanlık, doğanın bir sınırı olmadığını bilmiyor. Evet doğa sınırsız, sınırları biz yaratıyoruz ve onun varlığını kabul ediyoruz. Doğa bu sınırları tanımıyor. Herhangi bir yerde katledilen doğa tüm insanlığın zarar görmesine sebep oluyor. Yani bizim ülke sınırlarımız içerisinde katledilen bir orman sadece bizi ilgilendirmiyor, başka ülkenin insanlarını da sorumlu kılıyor. Tıpkı tüm dünyaya karşı bizim de sorumlu olduğumuz gibi. Yine de öncelikle biz üzülüp kahroluyoruz ve umarım yetkililer doğru kararlar vererek yanlışları düzeltir. Eğer buna göre davranmazsak bir dünyamız kalmayacak. Ne biz, ne de bizden sonrakiler nefes alamayacak.

Yorumlar

Popüler Yayınlar